Ağrı – Doğubeyazıt Güzergahı Yakınında İnşa Edilen Iğdır Kervansarayı’nın Dünü ve Bugünü
Doç.Dr. R. Eser GÜLTEKİN*
Giriş
Anadolu, coğrafi ve jeopolitik konumu nedeniyle, tarihsel süreç içerisinde önemli ticaret yollarının geçtiği bir merkez durumunda olmuştur. Selçuklular döneminde Anadolu’da gerek iktisadi, gerekse ticari hayatın canlı kalmasındaki en büyük etken kervansarayların varlığıdır. Kervansaraylar, yerleşme merkezlerinde veya kervan yolları üzerinde yolcu, tüccar ve misafirlerin konaklamaları için inşa edilmiş yapılardır. 13. yüzyıl, Anadolu’da kervansarayların en fazla inşa edildiği, dolayısıyla ticari ve iktisadi hayatın en canlı olduğu yüzyıldır. Bu dönemde Anadolu birliğinin sağlandığı ve merkezi Konya olan Selçuklu Devleti’nin oluşmasıyla, 13.yüzyıl başından itibaren Anadolu’da imar faaliyetlerine hız verilmiştir. Anadolu Selçuklu döneminde başta kervansaraylar, camiler, türbeler, medreseler, zaviyeler, hamamlar olmak üzere bir çok yapının inşa edildiğine tanık olunmaktadır.
Selçuklular zamanında, Anadolu’daki transit ticaret yollarının en önemlisi kuzey-güney istikametinde olanıydı. 12. yüzyıldan itibaren büyük bir canlılık gösteren bu güzergah; Bağdat ve Halep’ten başlayarak, Malatya-Sivas-Trabzon’u takiben Karadeniz’e çıkıyordu. Sivas’tan güneydoğuya ayrılan bir kol, Sivas-Malatya-Diyarbakır-Mardin-Musul-Bağdat ve Basra güzergahını izliyordu. İstanbul’dan başlayan diğer bir güzergah; İstanbul-İzmit-İznik-Eskişehir-Akşehir-Konya-Ulukışla-Adana-Halep-Şam-Mısır istikametindeydi. Sinop ve Alanya’nın fethiyle açılan yeni güzergah, Alanya-Antalya-Konya-Aksaray-Kayseri-Sivas-Erzincan-Erzurum üzerinden İran’a ve Gürcistan’a ulaşıyordu. Ağrı- Doğubeyazıt güzergahı yakınında bulunan Iğdır/Ejder Kervansarayı da önemli bir konumdaydı. Nitekim, kervansarayla ilgili kapsamlı çalışmalarda bulunan Prof. Dr. Hamza Gündoğdu da yapının Ağrı Doğubeyazıt – Erzurum’a ulaşan kervanyoluna alternatif bir yol olduğunu; Aras kıyısını izleyerek Kağızman, Karakurt, Horasan ve Erzurum’a ulaştığını ifade etmektedir.
1243’deki Kösedağ savaşı yenilgisinden sonra Anadolu, Moğollar tarafından işgal edilmiş, siyasi birlik bozulmuş, huzur ve güvenlik kalmamış, iktisadi ve ticari hayat durgunlaşmıştır. Bu olumsuz durumdan kervansaraylar da nasibini almış ve giderek önemini kaybetmiştir. Söz konusu durum Iğdır Kervansarayını da etkilemiş ve zaman içerisinde fonksiyonunu yitiren yapı, çeşitli nedenlerden dolayı harabe haline gelmiştir. Bugün restore edilen yapıya fonksiyon verilerek, hayatiyet kazandırılması amaçlanmaktadır.
Yapının Yeri
Yapı, Iğdır’ın 31 km. kadar güneyinde Kervansaray Köyü’nün batısındaki düzlük bir arazide, eski kervanyolu güzergahı üzerinde inşa edilmiştir. Aynı zamanda; Güngörmez, Kızılkule ve Asma Köylerinin de yol kavşağında bulunmaktadır. Eser bazı kaynaklarda, Iğdır yakınlarında bulunması nedeniyle Iğdır Kervansarayı; banisinin adından dolayı da Şerafeddin Ejder Kervansarayı olarak anılmaktadır.
Mimari Özellikleri
Kervansaray, doğu-batı doğrultusunda, 23×55 m. boyutlarında uzunlamasına dikdörtgen planlıdır. Yapı, yığma tekniğinde inşa edilmiş olup, malzeme olarak düzgün kesme andezit taşı kullanılmıştır. Eserin kuzey ve güney yönündeki uzun kenarlarını beşer adet yarım daire şekilli payandalar desteklemektedir (Foto. 1, 2). Cephelerde hiçbir birleşme izi bulunmadığından, avlusuz olduğu düşünülebilir. Kervansaraya giriş, doğu cephenin ortasında yer alan ve dışa doğru çıkıntısı olmayan bir taçkapı ile sağlanmaktadır ve tüm süslemeler bu kapı üzerinde yoğunlaşmıştı
Profilli bir silmenin oluşturduğu sivri kemerli taçkapıdan, kare planlı 7.50×7.50 m. boyutlarında bir hole geçilmektedir. Giriş holü, üçgen şekilli pandantifler üzerine oturan bir manastır tonozuyla örtülüdür. Tonozun orta kesimi, haçvari bir düzene sahiptir (Foto. 3). Giriş aksının karşısına denk gelen kapı ile ahıra, kuzeybatı ve güneybatı köşelerine yakın kesimde yer alan giriş açıklıkları ile yanlarda bulunan ve giriş holüne göre daha küçük boyutlu (5.50×7.50 m.) olan dikdörtgen planlı mekanlara girilmektedir (Şek. 1). Söz konusu mekanlardan birinin özel yolculara ayrıldığı, diğerinin ise hancıya ait olduğu düşünülebilir.
Giriş holünün kuzeybatı köşesine yakın bir kapı ile sağ yandaki 5.50×7.50 m. boyutlarında dikdörtgen planlı bir mekana geçilmektedir. Bu kısmın üzeri yuvarlak kemerli beşik tonozla örtülü olup, ortada bir kemerle desteklenmektedir. Mekanın kuzey ve doğu duvarlarında birer küçük niş bulunmaktadır. Mekanın giriş holüne bakan güney duvarına bitişik, taş basamaklı bir merdivenle çatıya çıkılmaktadır. Burada, kuzeye bakan korunaklı bir kapı ile sıcak havalarda yolcuların teras sefası yapabileceği, yatabileceği ya da ibadet edebileceği terasa geçiş sağlanmaktadır. Çatıda, giriş holünün sağ ve solunda yer alan mekanların üst kısmına denk gelen alanların etrafı dıştan yaklaşık 0.40-0.50 m. yükseklikte bir parapet duvarı ile sınırlandırılmıştır. Muhtemelen, teras olarak kullanan ve sıcak havalarda yatan yolcuların aşağıya düşmelerini engellemek amacıyla yapılmış olmalıdır.
Giriş holünün solundaki simetrik hücreye, güneybatı köşesine yakın bir kapı ile girilmektedir. Bu mekan, diğer hücreyle aynı boyutlarda olmakla birlikte, üst örtü açısından farklılık göstermektedir. Manastır tonozunun kare şekilli orta kesimi, haçvari bir düzenle dört eşit parçaya ayrılmıştır. Bu kısmın da doğu duvarında, üst kesimi üç dilimli istiridye şeklini anımsatan zarif, küçük bir niş yer almaktadır.
Taçkapı ile aynı eksen üzerinde bulunan bir kapıyla giriş holünden, ahıra geçilmektedir. Taçkapıda olduğu gibi, bu kapıda da profilli sivri kemer, üstteki alınlığı da çevrelemektedir. Ancak sivri kemerli alınlıkta, taçkapıdaki gibi geometrik süsleme bulunmamaktadır.
Ahır, doğu-batı doğrultuda uzanan dikdörtgen şekilli payelerle birbirine paralel üç sahına ayrılmıştır. Orta sahın (genişlik 8.10 m), yandakilerden (kuzey sahın genişliği 4.50 m., güney sahın genişliği 4.75 m.’dir) daha geniş ve yüksek tutulmuştur. Sahınları örten tonozlar; yanlarda duvarlara, ortada ise dikdörtgen kesitli payelere oturmaktadır (Foto. 4, 5). Payeler, hafif sivri kemerlerle birbirine bağlanmıştır. Sahınları örten tonozları sekiz adet kemer desteklemektedir. Orta sahındaki destek kemerlerinin başlangıç noktaları, küçük birer mukarnas şeridiyle belirginleştirilmiştir.
Yapının üst örtüsü, içte yuvarlak kemerli beşik tonoz, dışta ise muhtemelen iki yana eğimli beşik çatıyla örtülüdür. Kervansarayın duvarlarında mazgal türü de olsa, hiçbir açıklığa yer verilmemiştir. Muhtemelen giriş mekanının sağ ve solundaki odalarda olduğu gibi, beşik çatının mahyası üzerinde açılan menfezlerle içerinin aydınlatılması ve havalandırması sağlanıyordu.
Süsleme Özellikleri
Kervansarayın dış cephelerinde taçkapı dışında herhangi bir süsleme unsuru görülmemektedir. Ancak, sade görünümlü kuzey ve güney cephelerdeki yarım daire şekilli payandalar, hem yapıyı desteklemekte hem de yapıya hareket kazandırmaktadır. Diğer bir süsleme unsuru da, iç ve dış duvarlarda yer alan taşçı markalarıdır. Eserin üzerinde tespit edilmiş 16 adet taşçı markası mevcuttur. Bunlar, kervansarayın inşasında farklı ustaların görev aldığını göstermektedir. Bunun yanı sıra, giriş holü ve sol yanındaki mekanın tonozlarının orta kesiminde hava sirkülasyonu ve ışık sağlamak için gerektiğinde açılabilen renkli taşlarla yapılmış, sekiz kollu yıldız şeklinde açıklıklar dikkat çekicidir. Diğer bir süsleme unsuru da, kemerlerin başlangıç noktalarındaki küçük mukarnas şeritleridir.
Yapının süslemeleri, özellikle doğu cephe ortasındaki taçkapıda toplanmıştır. Taçkapıyı oluşturan, profilli sivri kemeri çevreleyen geometrik bezeme şeridi bulunmaktadır. Burada; orta kesimleri çizgiyle belirlenmiş ince, düz kaytan geometrik şerit, dönüşümlü olarak yerleştirilmiş sekiz ve oniki kollu yıldızları meydana getirmektedir. Bu şeridi dışta, ok ucu şeklinde dışa taşırılmış derin oyma şekillerle, bunlar arasında yine yatay şekilde oyulmuş bir dış şerit sınırlamaktadır. Alınlık, taçkapının en dikkat çeken kısmıdır. Profilli bir silmenin oluşturduğu sivri kemerli taçkapının giriş açıklığının üst kesiminde yer alan alınlık, baklava motiflerinin çevrelediği bitkisel süslemeyle doldurulmuş altı kollu yıldız motifleri ile dikkati çekmektedir (Foto. 6, 7).
Söz konusu taçkapıdan, kare planlı, üzeri üçgen şekilli pandantifler üzerine oturan manastır tonozuyla örtülü bir giriş holüne geçilir. Tonozun orta kesimi, haçvari bir düzene sahiptir ve ortasında iki adet, sekiz kollu yıldız şeklinde açıklık mevcuttur. Aynı açıklıklara; ok ucu şeklinde sonlanan haç kollarının her birinin orta kesiminde oluşan Latin haçlarının kesişme noktasında da rastlanmaktadır. Gerektiğinde açılabilen sekiz kollu yıldız şeklindeki bu açıklıklar, muhtemelen mekanın aydınlatılması ve havalandırılması için kullanılmaktadır (Bkz. Foto. 3). Latin haçını çevreleyen, içerlek yerleştirilmiş, kırmızı renkli taşlar dikkati çekmektedir.
Giriş holünün güneybatı köşesine yakın bir kapı ile girilen soldaki mekanın üst örtüsü de buraya benzerlik göstermektedir. Manastır tonozlu üst örtünün kare şekilli orta kesimi, haçvari bir düzenle dört eşit parçaya ayrılmıştır. İçerlek yerleştirilmiş ve renkli taşlardan oluşan bu parçaların orta kesiminde, mekanın havalandırma ve aydınlatılması için, gerektiğinde açılabilen sekiz kollu yıldız, yonca ve sekiz dilimli rozet şeklinde açıklıklar mevcuttur. Tonozun kemer başlangıçları altta birer mukarnas şeridiyle desteklenmiştir. Bu kısmın doğu duvarında yer alan küçük nişin üst kesimi; üç dilimli istiridye şeklinde sonlanmaktadır.
Ahıra geçiş, sivri kemerli ve profilli bir kapı ile sağlanmaktadır. Ancak, alınlık oldukça sadedir. Bu kapının orta sahına bakan yüzü tamamen düz olup, sadece kapı açıklığını sınırlayan taş söveler mevcuttur. Ahırda süsleme unsuru olarak orta sahındaki destek kemerlerinin başlangıç noktalarındaki mukarnas dizileri ve bunların arasındaki kandillikler dikkat çekicidir.
Karşılaştırma ve Değerlendirme
Kervansaray, plan düzeni açısından Niğde – Aksaray yolu üzerindeki Ağzıkara Han’ın ahır kısmına benzemektedir. Erdmann’ın yapmış olduğu sınıflandırmaya göre; yapı, avlusuz hanlar grubundan paralel sahınlılara girmektedir. Bu gruptaki hanlarda üç paralel sahın mevcut olup, bunlardan ortadaki daha geniş ve yüksektir.
Giriş mekanın iki yanında yer alan hücrelerin benzerlerine birçok Selçuklu hanında rastlanmaktadır. Ancak, bunların hemen hepsi avlulu hanlardır ve girişteki hücreler, kapalı kısımda olmayıp avluda yer almaktadır. Erzurum Aşkale’deki Hacıbekir Komu Köyü’ndeki Hacıbekir Hanı (13.yy) avlusuz olup, genel düzen ve giriş kısmındaki hücreleriyle Iğdır Hanı’na benzemektedir. Osmanlı Dönemi’nde de Ulubat’taki Issız Han (1394), Erzurum Horasan arasındaki Köprüköy Kervansarayı (14.yy), Aşkale yakınlarında Karasu (Aşveyishan) Hanı (17.yy) gibi benzer örnekler mevcuttur.
Giriş mekanı ve solundaki hücre, tonoz örtüleriyle dikkati çekmektedir. Benzer teknikle inşa edilmiş tonozlara Ani’de Manuçehr Camii’nde (11.yy) rastlanmaktadır. Burada son cemaat yeri ve iç mekanı örten tonozlarda benzer özellikleri görmek mümkündür. Bu nedenle yerel bir teknik olduğu düşünülebilir. Keza, Doğu Bayazıt İshak Paşa Sarayı’nda da benzer özellikler mevcuttur.
Alınlık, taçkapının en dikkat çeken kısmıdır. Profilli bir silmenin oluşturduğu sivri kemerli taçkapının giriş açıklığının üst kesiminde yer alan alınlık, baklava motiflerinin çevrelediği bitkisel süslemeyle doldurulmuş altı kollu yıldız motifleri ile dikkati çekmektedir. Bezeme tarzı olarak, Anadolu Selçuklu dönemine ait bir çok cami, kervansaray, türbe, hankah vb. yapıların kapı, pencere çerçevelerinde görülebilmektedir. Bu tarz süsleme tekniği, Selçuklu eserlerinde bilinen tek örnektir. Aynı teknikle meydana getirilmiş süsleme örneğine Ani’de Paronof Sarayı’nda rastlanmaktadır.
Tarihlendirme
Yapıya ait herhangi bir kitabe veya vakfiye yoktur. Kervansarayla ilgili ilk araştırma ve yayın Prof. Dr. Rahmi H. Ünal’a aittir. Ünal, bu çalışmasında yapının avlusuz oluşu ve taçkapısının cephede bir çıkıntı yapmaması nedeniyle, eserin geç dönem Selçuklu eseri olabileceğini ifade etmekte ve yapıyı, 13.yy sonlarıyla 14.yy. başlarına tarihlendirmektedir. Daha sonra yapıyı Mayıs – Eylül 2006 yılında ayrıntılı bir şekilde inceleyen Prof. Dr. Hamza Gündoğdu da benzer şekilde eseri 13.yy’a tarihlendirmektedir.
Dünü ve Bugünü
Yöre halkından alınan bilgilere göre yapı, 1950’lerde genelde sağlam iken, daha sonraki yıllarda civar köyler tarafından taş alınmak suretiyle tahrip edilmiş, cephedeki düz kesme taşlar yer yer çıkarılmıştır. Bu süreçte taçkapı da zarar görmüş, sahınların üzerini örten tonozun büyük bir bölümü çökmüş, yapıyı dıştan destekleyen yarım daire şekilli payandalar da büyük ölçüde tahrip olmuştur (Bkz. Foto. 1).
Gerek define arayanların talanından gerekse kötü kullanımlardan nasibini alan ve uzun yıllar kaderine terk edilen yapı; geçen zamana direnerek, kısmen de olsa ayakta kalmayı başarmıştır. Kervansarayla ilgili ilk araştırma ve yayın Prof. Dr. Rahmi H. Ünal’a aittir. Ünal, Rusça yayınlanan bir dergide kervansarayın adına rastladığını, aynı zamanda Prof. Dr. M. Oluş Arık’ın basılmamış doçentlik tezinde de süsleme açısından ele alındığını ifade etmektedir. Bu konuda yapılmış en kapsamlı çalışma ise, Prof. Dr. Hamza Gündoğdu’ya aittir. Prof. Dr. R. H. Ünal’dan sonra yapıyı Mayıs, Eylül 2006 tarihinde inceleyen Prof. Dr. Hamza Gündoğdu da yapıyı ayrıntılı bir şekilde tanımlamış ve restorasyon öncesi mevcut durumunu da gözler önüne sermiştir. Bu bilgilerden geçen süreç içerisinde halen yapının harap durumda olduğu anlaşılmaktadır.
Vakfiyesi ve kitabesi bulunmadığından 1974 tarihinde Maliye Hazinesine kaydedilen yapının korunması için köy muhtarlığına talimat verildiği, Hazine mülkiyetinde bulunduğu süre içerisinde yapının bazı bölümlerinde define aramak amacıyla kazı yapıldığı, bunun sonucunda da önemli ölçüde zarar verildiği, 1986 yılına gelindiğinde yapının üst örtüsünün çöktüğü, sadece taçkapının ayakta kaldığı ve kervansarayın harap bir vaziyette olduğu, daha sonra Vakıflar Genel Müdürlüğü adına tescil edilen yapının1988 yılında koruma altına alındığı da yöre halkından öğrenilen diğer bilgiler arasındadır.
Türklüğün geçmişten kalan ender eserlerinden olan yapı; Iğdır Valiliği’nin de desteğiyle rölöve ve restorasyon projeleri hazırlanarak Erzurum Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu’na sunulmuş, 2006 yılında Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından restorasyon programına alınmıştır. Rölöve, restitüsyon ve restorasyon projelerinin sağlıklı bir şekilde çizilebilmesi için Koruma Kurulu’nca tespit edilen yerlerde Kars Müze Müdürlüğü’nce sondaj kazısı yapılmıştır. Bu çalışmalarda yapının gerçek zemin kotu, kapı eşik izleri ile ortaya çıkabilecek duvar, temel ve seki kalıntıları araştırılmıştır. Buradan alınan sonuçlara göre hazırlanan rölöve, restitüsyon ve restorasyon projeleri Erzurum Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’na sunulup, onaylandıktan sonra restorasyon çalışmalarına başlanmıştır. Öncelikle kervansarayın orta ve yan sahınlarının çökmüş olan üst örtülerine ait molozlar temizlenmiş ve özgün zemin kotu ortaya çıkmıştır. Ahırın yan sahınlarını meydana getiren payeleri birleştiren kemerlerin alt kesiminde, yerden yaklaşık 0.35-0.40 m. yükseklikte boylu boyunca yolcuların yatması için yapılmış, iki adet seki bulunmuştur (Foto.8, 9).
Kervansarayın kuzey ve güney cephelerini destekleyen yarım daire şekilli payandalar, güney cephesinin önemli bir kısmı ile batı cephesinin üst bölümünün kısmen yıkılmış olması nedeniyle seçilememekteydi ancak yapıya ait molozların temizlenmesi sonucu ortaya çıkarılmıştır.
Sonuçta, çöken tonozların zeminde oluşturduğu molozlar temizlenerek, tonoz üst örtü ve içteki sekilerin yanı sıra, dış cephede; yapıyı destekleyen payandalar ve taçkapı restore edilmiştir. Restorasyon esnasında tonozların üzeri, dışta kurşunla kaplanmıştır. Orta sahın tonozunun orta kesiminde ışık ve havalandırma fenerleri yapılmıştır. Çatı ve olası mescide ait izler kaybolduğundan, elde herhangi bir bilgi ve belge de bulunmadığından, buralarda yapılan çalışmalarda restorasyon ilkelerine aykırı davranılarak, bazı varsayımlarla hareket edildiği dikkati çekmektedir. Örneğin; üst örtüyü oluşturan tonozların üzeri muhtemelen dışta ikiye eğimli bir çatı ile örtülüydü ve çörtenler de şimdi bulundukları kottan daha aşağıda, tonozların arasında biriken suyu dışarı atmak üzere konumlanmıştı. Keza, yapıdaki olası mescidin yeri ve üst örtüsüne ilişkin kesin bilgilerimiz bulunmamaktadır.
Restorasyon öncesi yapıda fiziksel etkenlere bağlı bozulmalar da mevcuttu. Yapıdaki taşların bozulmasına neden olan fiziksel olaylardan bazıları; donma-çözünme, buharlaşma, yoğuşma, boşluklardaki tuz kristallenmesidir. Taş malzemedeki su içeriğini arttıran nedenler ise; atmosferdeki bağıl nem oranı, temelden kapilarite ile su yükselimi, yağmur sularının taş yüzeylerden ve derzlerden içeri girmesidir. Taş bloklar arasındaki derz harçlarının dökülmesi sonucu yağmur suyu iç yapıya daha kolay ulaşarak, bozulma sürecini hızlandırmıştır. Taşların içinde çeşitli şekillerde meydana gelmiş bulunan kırık ve çatlaklardan içeri giren sular, ısı farklılıklarıyla taşın tahribine neden olmuştur. Bundan dolayı yumuşak kısımlarda kopma, bozulma ve aşınmalara da rastlanmıştır. Restorasyonla ilgili sorunların başında malzeme sorunları gelmektedir. Onarımlarda kullanılacak malzemeler yapının özelliklerine, genel görünüşüne, rengine, bünyesine aykırı olmamalıdır. Iğdır/Ejder Kervansarayı’nın dış cephelerinde eksik olan, bozulan kesme taşlar özgün malzeme dikkate alınarak tamamlanmıştır. Yapının iç döşemeleri, zemin tesviyesi yapıldıktan sonra doğal taş ile kaplanmıştır.. Taşıyıcı sistemin bozulan kısımları, payeleri birleştiren kemerlerde hasarlar mevcuttu. Buralardaki taşlar ve çatıya çıkışı sağlayan merdivenin taş basamakları yenilenmiş, ahır duvarlarındaki ve tonozlardaki eksik kesme taşlar da tamamlanmıştır. Zemine doğal görünümlü taş kaplama yapılmıştır (Foto. 10, 11).
Günümüz restorasyon kurallarına göre restore edilen yer, malzeme farkıyla belli edilmeli ve kullanılan malzeme estetik açıdan özgün durumla uyum içinde olmalıdır. Kervansarayın cephelerindeki mevcut taş duvarın rengiyle, eksik kısımların tamamlanmasında kullanılan taşın rengi farklı gibi görülmekteyse de, taşın cinsinden dolayı zamanla orijinal görünümü kazanacağı ifade edilmektedir. Bu durumda, restorasyon kurallarına göre, sonradan tamamlanan kısımlar farklı derz rengiyle belli edilebilirdi. Ayrıca taş yüzey ve derzler arasında oluşan vejetasyon (bitkilenme) de taşın bozulmasına neden olmuştur. Zira, bitki kökleri korbondioksit ve asitler üreterek, taşlarda parçalanmalar oluşturmaktadır. Bu sorunlar, taşların yenilenmesi ve derz tamiri ile restorasyon esnasında giderilmiş, vejetasyon (bitkilenme) de büyük ölçüde önlenebilmiştir. Böylece kervansarayın hem yok olması önlenmiş hem de gelecek kuşaklara aktarılması sağlanmıştır.
Sonuç
İşlevini yitirdiği için kaderine terk edilen taşınmaz kültür varlıklarımız zaman içinde, doğa koşulları, insan faktörü vb. nedenlerle özgün durumlarını kaybedip; bunun sonucunda ya yok olmakta ya da harap durumda olup, kendisine uzanacak bir yardım eli beklemektedir.
Genelde, harap durumda bulunan eserler restore edilmek istendiğinde, çoğu kez özgün durumunu yitirmiş olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu durumda, yapının özgün haline ilişkin varsayımlar söz konusu olmaktadır. Oysa, günümüz restorasyon anlayışında varsayıma yer yoktur. Bu nedenle yapıların restorasyonuna gereksinim olmasa da, özellikle yapı ayakta iken ve özelliklerini yitirmeden eserin mevcut durumunu gösteren rölöve projesi ve ilk yapıldığı dönemi ifade eden restitüsyon projeleri fotoğraf ve belgelere dayanarak hazırlanmalı ve CD ortamında arşivlerde saklanmalıdır. Eserin restorasyonu söz konusu olduğunda mevcut rölöve ve restitüsyon projelerinden yararlanarak, yapılacak olan müdahaleleri gösteren restorasyon projesi daha sağlıklı bir şekilde çizilebilir. Ancak bu şekilde taşınmaz kültür varlıklarımızın gelecek kuşaklara özgün durumunu yitirmeden ve yeniden işlev kazandırarak ayakta kalabilmelerini sağlamış oluruz. Örneğin Avrupa ülkeleri, kentlerindeki eserlerin projelendirilmesi işini yıllar önce yapmış ve korunaklı arşivlerde saklamıştır. Nitekim II. Dünya Savaşı sonrası arşivlerden çıkardıkları proje ve belgelere göre bombalarla harabeye dönen kentlerini yeniden inşa edebilmişlerdir. Diğer bir deyişle söz konusu projeler sadece eserler restore edileceği zaman gündeme gelmemeli, restorasyona ihtiyacı yoksa bile belgelemek amacıyla mutlaka çizdirilip, arşivlenmelidir. Bu CD’ler Vakıflar Genel Müdürlüğü ve ilgili kurumların arşivlerinde de bulunmalıdır. Ayrıca, restore edilen yapılara bilgilendirme panosunu konulmalı; bu pano tarihsel ve onarım bilgilerini de içermelidir.
Taşınmaz kültür varlıklarımız çoğu kez harabe haline geldiğinde restore edilmek istenir. Bu durumda eserin özgün durumunu yansıtan proje, fotoğraf, bilgi, belge vb. dokümantasyon eksikliği nedeniyle yanlış uygulamalarla da karşılaşılmaktadır. Harabe haline dönmüş Iğdır/Ejder Kervansarayı da, Iğdır Valiliği ve Vakıflar Genel Müdürlüğü girişimleri sayesinde restore edilerek yarınlara kazandırılmıştır. Bu nedenle kendilerine teşekkür borçluyuz. Ancak yapı, geçen süreç içerisinde özgün durumunu kaybettiğinden restorasyon esnasında hatalar yapılmıştır.
Ülkemizde genelde restorasyon çalışmalarında sadece mimari rölöve ve restorasyon projelerinin işe başlanması için yeterli görülmesi, buna karşın restitüsyon projelerinin çizilmeden (şayet Koruma Kurulları isterse çizilmektedir), restorasyon çalışmalarına başlanması günümüzde pek çok yapıda dönemin özelliklerini ve sanatını yansıtan, belgeleyen, yapıyı zenginleştiren ayrıntıların kaybolmasına neden olmaktadır. Bu nedenle kültürel mirasımızı oluşturan yapılar, restore edilmeyecek olsalar bile, rölöve projeleri ile mevcut durum saptamasına gidilmeli, restitüsyon projeleri ile özgün durumları belirlenmelidir. Zira ülkemizin hemen hemen tamamının birinci derece deprem bölgesi olduğu düşünülürse, yıkıldıktan sonra yerine aynısını inşa edemeyeceğimiz eseri belgeleyerek, gelecek kuşaklara aktarmak borcumuzdur. Ayrıca, ülkemiz açısından tarihi eserlerin korunması ve bunların sağlıklı bir biçimde gelecek kuşaklara aktarılması, zaman kaybedilmeden ele alınması gereken bir konudur.
Yapılacak müdahalelerin çağdaş koruma yöntemlerini esas alan uzman ekipler tarafından gerçekleştirilmesi ve bilimsel kıstaslara uygun olması şarttır. Yapıya zarar verecek gereksiz ve uygun olmayan uygulamalardan kaçınılmalı, özgün malzeme ve dokunun azami özenle korunması esas hedef olmalıdır. Onarımlarda kullanılan harç ve sıvalarda çimento yerine özgün malzemeye uygun kireç kullanımı tercih edilmelidir. Yapılacak sağlıklaştırma, takviye vb. müdahaleler geri dönüşebilir ve gerektiğinde yapıya zarar vermeden sökülebilir olmalıdır. Restorasyon, bir uzmanlık işidir. Restorasyonda görev alacak tüm elemanların konularında deneyim sahibi olmaları da önemlidir. Diğer bir deyişle, yapılacak uygulamalar müdahale önerilerine bağlı kalınarak, çağdaş koruma yöntemlerini esas alan, alanında uzmanlaşmış kişiler ve bunların oluşturulduğu ekipler tarafından gerçekleştirilmelidir. Aksi taktirde yapılara fiziksel zararlar verilmekte ve yapının inşa dönemine ait izler de yok edilmektedir.
Tarihi yapıları harabeye döndükten sonra restore etmek yerine, yıkılmasını beklemeden daha küçük çaptaki basit onarımlarla ve sürekli bakım sayesinde uzun yıllar ayakta tutmak mümkündür.Ayrıca işlevlerini yitirmişlerse bunlara yeniden işlev kazandırılması, yapının daha iyi korunması adına önemli bir adım olacaktır. Bu bağlamda Vakıflar Bölge Müdürlüklerine ait eserlerin daha uzun yıllar varlıklarını sürdürebilmesi için restorasyonlarının yanı sıra işlevlendirilmesi önemlidir. Iğdır/Ejder Kervansarayına da bölgenin kültürel ve ekonomik değerleri ön planda tutularak, çevre insanları tarafından kullanılabilirliğini sağlamak amacıyla; okul (yakınında bulunan köyler için yatılı halıcılık okulu), eğitim merkezi, kurs binası gibi işlevler verilebilir. Yine benzer şekilde yapı; Halı-Kilim dokuma atelyesi ile bu atelye ürünlerinin sergi ve satışı, el işi olarak yörede yapılan yün, tiftik çorap, papak (kışlık yün başlık) gibi ürünlerin teşhir ve satışı, yöresel mutfak ürünü olan çeşitlerin teşhir ve satışı gibi işlerde kullanılabileceği gibi çevre köy insanlarının toplantı, düğün gibi gereksinimleri ile bu yöreye dışarıdan gelecek kültürel etkinliklerin düzenlenmesinde de değerlendirilebilir. Böylece yapıya işlevsellik kazandırılarak hem yöre halkı hem de turistler açısından bir cazibe merkezi haline gelebilir.
Iğdır / Ejder Kervansarayı’nı harabe bir halde iken, yöre halkının kullanımına sunan başta Iğdır Valiliği’ne, Erzurum Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu Müdürlüğü’ne, Kars Müze Müdürlüğü ve Erzurum Vakıflar Bölge Müdürlüğü’ne; araştırmamda verdikleri destekten dolayı yardımlarını esirgemeyen değerli hocalarım Prof. Dr. Sn. Hamza GÜNDOĞDU ve Prof. Dr. Sn. Rahmi H. ÜNAL’a sonsuz teşekkürler.
KAYNAKÇA
ARSEVEN, C.E., Türk Sanatı, İstanbul, 1970.
ARIK, M. O., Anadolu Selçuklularında Erken Devir Mimari Tezyinatı (Ankara Ünv. D.T.C.F., Basılmamış Doçentlik Tezi), Ankara, 1966.
ARIK, M. O., “Başlangıç Devri Anadolu-Türk Mimarisi Tezyinatının Karakteri”, Malazgirt Armağanı, Ankara, 1972.
ASLANAPA, O., “Ortaçağ’da Türklerin Bir Sosyal Yardım Müessesi: Kervansaraylar”, Türk
Kültürü, S:5, 1963.
ASLANAPA, O., Türk Sanatı II, İstanbul, 1973.
ASLANAPA, O. vd., Yüzyıllar Boyunca Türk Sanatı (14.Yüzyıl),İstanbul, 1977.
AYVERDİ, E. H., Osmanlı Mimarisinin İlk Devri, İstanbul, 1966.
BİNGÖL, Y., İshak Paşa Sarayı, Ankara, 1998.
BUYRUK, H., Tarihi ve Kültürel Varlıklarıyla Iğdır, Iğdır, 2006.
DEVELLİOĞLU, F., Osmanlıca Türkçe Ansiklopedik Lügat, Ankara, 1996.
ERDMANN, K., Das Anatolische Karavansaray des XIII. Jahrhunderts, I-II, Berlin, 1962.
GOODWIN, G., A History of Ottoman Architecture, London, 1971.
GÜNDOĞDU, H., “Geçmişten Günümüze Erzurum ve Çevresindeki Tarihi Kalıntılar”, Şehr-i
Mübarek Erzurum, Ankara, 1988.
GÜNDOĞDU, H., “Aşkale Yakınlarında Karasu (Aşveyishan) Hanı”, Vakıflar Dergisi, XXII,
Ankara, 1991.
GÜNDOĞDU, H., Doğu Bayazıt İshak Paşa Sarayı, Ankara, 1991
GÜNDOĞDU, H., “Köprüköy Hanı”, Güzel Sanatlar Enstitüsü Dergisi, S.4, Erzurum, 1998.
GÜNDOĞDU, H., “Kültürlerin Buluştuğu Bir Ortaçağ Şehri: Ani”, Güzel Sanatlar Enstitüsü
Dergisi, S.17, Erzurum, 2006.
GÜNDOĞDU, H., “Ani Ören Yerindeki Kültür Varlıları”, Kars Beyaz Uykusuz Uzakta”,
İstanbul, 2006.
GÜNDOĞDU, H., “Iğdır/Şerafeddin Ejder Kervansarayı”, Anadolu Selçuklu Dönemi
Kervansarayları, Ankara, 2007.
KIRZIOĞLU, M. F., Ani Şehri Tarihi, Ankara, 1982.
ÖGEL, S., Anadolu Selçuklularının Taş Tezyinatı, Ankara, 1966.
ÖZERGİN, M. K., “Anadolu Selçuklu Kervansarayları”, Tarih Dergisi, S.20, İstanbul, 1965.
TURAN, O., “Selçuklu Kervansarayları”, Selçuklular ve İslamiyet, İstanbul, 1980.
TURAN, O., Selçuklular Tarihi ve Türk İslam Medeniyeti, İstanbul, 1996.
TURAN, R. – KIRPIK, G., “Selçuklu Dönemi Türklerde Sosyal ve Ekonomik Hayat”, Anadolu
Selçuklu Dönemi Kervansarayları, Ankara, 2007.
ÜNAL, R. H., “Iğdır Yakınlarında Bir Selçuklu Kervansarayı ve Doğubeyazıt- Batum Kervan
Yolu Hakkında Notlar”, Sanat Tarihi Araştırmaları III, İstanbul, 1970.
ÜNAL, R. H., “Erzurum ili Dahilindeki İslami Devir Anıtları Üzerine Bir İnceleme”, Atatürk
Üniversitesi, Edebiyat Fak., Araştırma Dergisi, S.6, Erzurum, 1973.
ÜNAL, R. H., Osmanlı Öncesi Anadolu-Türk Mimarisinde Taçkapılar, İzmir, 1982.
Bir yanıt yazın